Aile Bireyleri Arasındaki Sosyal Dayanışma Yapılan araştırmalar bilinçleri ve hafızaları olmamasına rağmen bitkilerin yakın aile bireylerini yani türdeşlerini tanıyabildiklerini ve bu şekilde işbirliği yaparak birbirlerine destek olduklarını ortaya koymuştur. Oldukça karmaşık olan bu sosyal etkileşimi ilk defa Kanada Ontario McMaster Üniversitesi’nden Susan Dudley ve Amana File bulmuştur. Yaptıkları araştırmada denizde yetişen yabani bitkilerin gelişirken, kendi akrabaları olmayan bitkilerle yanyana olduklarında her yeri kaplayarak büyüdüklerini fakat kendi türleri söz konusu olduğunda toprağı paylaştıklarını saptamışlardır. Çeşitli türler üzerinde yapılan gözlemler bitkilerin hemen hepsinin bu tür davranışlar sergilediklerini ortaya koymuştur. Nitekim Kuzey Amerika’da yetişen deniz roketi adındaki bir bitki türü, kendi türünden olmayan bitkilerle aynı saksıya ekildiğinde daha güçlü köklenmiş, fakat kendi türünden bir bitkiyle ekildiğinde bu kadar güçlü kök salmamıştır. Bu dayanışma, hayvanlarda yaygın olarak görülen ve yakın akraba olan hayvanların grup olup kendi türlerini korumasının bir benzerinin bitkilerde de var olduğunu göstermektedir. Bitkilerin arasındaki bu sosyal dayanışma Darwin’in, güçlünün güçsüzü ezdiği yanılgısını öne sürdüğü evrim teorisini çürütür. Çünkü bitkilerin arasında, güçlü olanın kendi türünden diğer bitkileri yok edip tek başına büyümesi değil aksine kendi gelişimini yavaşlatarak kardeşlerinin de gelişmesine imkan sağlaması durumu geçerlidir. Peki, bitkiler arasındaki bu dayanışma nasıl gerçekleşir? Bitkiler birbirleri ile yarışarak kaynakları tüketmenin yarar getirmeyeceğinin bilincindeymiş gibi, türdeşlerinin bulunduğu ortamlarda sınırlı kök büyümesi ya da sap uzunlukları ile büyümelerini yavaşlatır ve yanlarındaki türdeşlerinin gelişmesine izin verirler. Peki, bitkiler diğerlerinin kendi türlerinden olup olmadığını nasıl anlarlar? Bu hala bilim adamları tarafından çözülememiş bir sırdır. Hayvanların kendi aile bireylerini tanımalarını sağlayacak gözleri, beyinleri, koku alma duyuları, öğrenme ve öğrendiklerini hafızalarında tutma özellikleri vardır ancak bitkilerde bu sayılanlardan hiçbiri yoktur. Peki, bu durumda bitkiler birbirlerini nasıl tanırlar? Bazı araştırmacılar bitkilerin kökleriyle iletişim kurabildiklerini ve her bitkinin kendi familyasına has, küçük kimyasal işaretleri olduğunu iddia ederler. Bilim adamlarının henüz çözemedikleri bu “gizemli tanıma sistemini” bitkiler yaratıldıkları ilk andan beri kullanarak aile bireylerini korumaktadırlar. Ayrıca birbirleriyle ne kadar az yarışırlarsa diğer grup üyelerinin o kadar iyi gelişeceğini bilir gibi, kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı halde diğer aile bireylerinin de güçlü olması için çaba sarf etmektedirler. Bu, elbette büyük bir mucizedir. Aklı ve bilinci olmayan bitkilerin arasındaki bu dayanışma kuşkusuz üstün akıl sahibi Yüce Allah’ın onlara ilhamının bir sonucudur. Yüce Allah bir Kuran ayetinde bitkiler üzerindeki muhteşem sanatına şöyle dikkat çeker: Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, her şeyden haberdardır. (Hac Suresi, 63) Bitkiler Arası İletişim Araştırmalar bitkilerin arasında iyi bir iletişim olduğunu ortaya koymuştur. Bazı bitki türleri yaprak yiyen böcekler tarafından yapılan saldırılara karşı, düşmanlarıyla beslenen başka böcekleri cezbedip kendilerine çağıran kimyasal bir madde üretmektedirler. Burada asıl dikkat çeken nokta ise komşu bitkilerin de benzer çağrılarda bulunarak böceklerin yapraklarını yemelerini önlemeleridir. Komşu bitkiye iletilen bu uyarı sinyali ise elbette tesadüflerle açıklanamaz. Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde yapılmış bir araştırmada, böcekler tarafından istilaya uğramış bitkiler tarafından gönderilen başka bir dayanışma çağrısı daha bulunmuştur. Yaprakları böcekler tarafından yenen bitki, kardeş bitkiye (türdeşine) sinyal göndererek düşmana karşı onu uyarmıştır. Buraya kadar incelediğimiz birkaç örnek, bitkilerin birbirleri ile sessiz bir dil geliştirerek iletişim kurduklarını göstermiştir. Oysa bitkilerin kendi varlıklarından da, gerçekleştirdikleri mucizevi işlemlerden de haberleri yoktur. Çünkü bitkiler de, kainattaki her şey gibi onları da yaratmış olan ve her an yaratmaya devam eden Yüce Allah'ın kontrolündedirler. Rabbimiz Kuran'da bitkilerin Kendisi'ne boyun eğdiğini bizlere bildirmektedir: Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. (Rahman Suresi, 6) Seyahate Çıkan Bitkiler Bitkiler toprakta sabit gibi görünebilirler ama aslında onlar da gezer ve seyahat ederler. Üstelik bazıları dünya turuna bile çıkar. Bitkilerin bu seyahatleri evrimciler tarafından ortaya atılan “bitkilerin sözde tesadüfen hareket ettikleri” iddiasını temelinden çürütmektedir. Çünkü Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki dokuz ayrı tür üzerinde yapılan genetik araştırmalar bu bitkilerin dünyaya geldikleri ilk yaşam bölgelerinden 1000 km uzağa gittiklerini göstermiştir. Bu kadar uzun mesafeli ve uluslararası bir yolculuğun tesadüfen olması elbette mümkün değildir. Üstelik bu seyahat özelliği sadece Kuzey Kutbundaki dokuz farklı türle de sınırlı değildir. Kıtaların ayrılmasından sonra Güney Amerika’dan Afrika’ya geçen Kapok bitkisi de uzun mesafeli seyahati sırasında Atlas Okyanusu’nu aşmaktadır. Dünyanın farklı yerlerindeki çeşitli bitki türlerinde benzer bir seyahat anlayışının olması bu yolculukların ancak mükemmel bir organizasyon ile gerçekleşebileceğini göstermektedir. Yolculukları için ulaşım aracı olarak okyanus akıntılarını, rüzgarları hatta buzulları kullanan bitkiler, tohumlarının zarar görmemesi için de çeşitli tedbirler almaktadırlar. Kuşkusuz bitkilerdeki detaylı seyahat sistemleri, iklim değişikliklerinde kendilerine yeni yerler aramaları ya da tohumlarını korumaları bitkilerin kendi istekleriyle olmaz. Bitkilerdeki bu kusursuz detaylar Yüce Allah’ın benzersiz sanatının ve üstün aklının tecellileridir. Yüce Allah bir Kuran ayetinde bitkilerdeki yaratılış delillerini şöyle bildirir: O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi, 99) Bitkiler Üzerinde Yapılan Her Yeni Araştırma Altınçağ’ın Yaklaştığını Müjdeliyor Altınçağ olarak isimlendirdiğimiz ve kıyamet öncesinde yaşanacak olan kutlu dönemle ilgili olarak en çok dikkat çekilen konulardan biri tarımsal verimde yaşanacak bolluktur. Bu dönemde yaşayacak kutlu bir şahıs olan Hz. Mehdi’nin herkese bol ürün dağıtacağını anlatan pek çok hadis-i şerif mevcuttur. Peygamber Efendimiz (sav) bu dönemde yaşanacak bolluğa şöyle dikkat çekmiştir: "İnsanlar bir ölçek buğday ektiklerinde karşılığında yedi yüz ölçek bulacak... Onun (Hz. Mehdi’nin) zamanında, insan birkaç avuç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir..." (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 24) Yapılan bilimsel çalışmalar bitkilerin arasındaki sosyal dayanışmanın tarım alanlarına uygulanması ile ürün veriminin büyük ölçüde artırılabileceğini ortaya çıkarmıştır. Bu şekilde birbiriyle uyum sağlayan aynı familyadan ürünleri bir araya ekmek daha iyi mahsul alınabilmesini sağlayacağından bu Altınçağ’ın yaklaştığına işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Bitkilerin Mucizevi Seyahatleri Yüce Allah’ın Üstün Aklının Tecellilerinden Bir Tanesidir
Sonuç Yüce Allah bitkilerdeki her yapıyı özel olarak yaratmıştır. Aklı ve bilinci olmayan bir bitkinin yakın akrabalarını tanıması onların gelişmesi için kendi büyümesini yavaşlatması, diğer bir bitkiye kimyasal işaretler göndererek tehlikeyi haber vermesi ve türlerinin yayılması için uzak mesafelere son derece tedbirli ve uzun seyahatler yapması her aşaması tesadüflere dayandırılan evrim teorisini kökünden çürütmektedir. Bitkilerdeki çeşitli özelikleri yaratan üstün akıl sahibi, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah, insanlara kusursuz yaratışının delillerini çeşitli biçimlerde göstermektedir. Rabbimiz bu hakimiyetini ve benzersiz yaratışını ayetlerde şöyle bildirmektedir: Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin Yaratandır... İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 102) (Enam Suresi, 101) |
13.12.07
Bitkilerin Sosyal Yaşamı
Burnumuz 10.000'den Fazla Kokuyu Analiz Edebilir
Burnun bilim adamlarını hayrete düşüren diğer bir özelliği de mükemmel duyarlılığıdır. Bir kokunun fark edilebilmesi için gereken en düşük konsantrasyon "koku eşiği" olarak adlandırılır. Burnumuzdaki analiz mekanizması akıl durduracak bir hassasiyete sahiptir: Bazı kokuların yoğunluğu havada trilyonda birden az olması durumunda dahi hissedilir. Bizim tek bir koku olarak algıladığımız, aslında çok sayıda farklı molekülün meydana getirdiği bir etkidir. Örnek olarak, beyaz ekmek kokusu yaklaşık 70 değişik koku molekülünden oluşur. Kahvenin kokusunun da en az 150 ayrı kimyasal maddenin birleşiminin sonucu olduğu tahmin edilmektedir. Koku alma sistemindeki üstün yaratılış Allah’ın yaratmasıdır. |
Yalı Çapkını
Dalgaların basıncı atmosferik basıncın binde birinden az olduğu için "mikro basınç dalgaları" olarak adlandırılır. Basınç dalgasının etkisiyle oluşan gürültü, insanları rahatsız edecek kadar fazla olur. Tünellerin çok daha geniş yapılması ile bu gürültü azaltılabilir ancak tünellerin kesit alanlarını büyütmek hem zor hem de çok masraflıdır. Bunun üzerine mühendisler trenin kesit alanını azaltıp burun kısmını yeterince sivri ve pürüzsüz hale getirmenin çözüm olabileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim bir deneme treni üzerinde bu fikirlerini uygulamışlar ama yapılan denemede trenin neden olduğu mikrobasınç dalgalarını ortadan kaldıramamışlardır. Bu sorun karşısında doğada benzer durumların olabileceğini düşünen mühendis ve tasarımcıların aklına "yalı çapkını" adlı kuş gelmiştir. Yalı çapkını da suya dalarken, tıpkı trenin tünele girdiği zaman hava direnci nedeniyle ani değişiklikler yaşamasına benzer değişiklikler yaşar. Çünkü yalı çapkını avlanmak için, direnci az olan havadan direnci çok olan suya dalar. Bu durumda 300 km/s ile giden trenlerin de yalı çapkınının gagası gibi dalışını kolaylaştıran bir buruna ve ön yüze sahip olması gerekir. Japon Demiryolları Teknik Araştırma Enstitüsü ve Kyushu Üniversitesi'nde yapılan araştırmalarda, tünelin mikro basıncını baskılamak için, "dönel paraboloid"in en ideal şekil olduğu ortaya çıkmıştır. Yalı çapkınının gagası yakından incelenecek olursa alt ve üst gaganın kesitinin de aynen böyle olduğu görülür. Yalı çapkınındaki bu eşsiz tasarım sadece bir örnektir. Doğadaki tüm canlılar, hayatlarını devam ettirmelerine imkan tanıyacak kusursuz tasarımlarıyla insanlara örnek olacak şekilde yaratılmıştır. |
Örümcekler Aşağı Doğru İnerken Neden Sallanmazlar?
Çünkü Yüce Allah, diğer tüm ipliklerden çok daha sağlam ve esnek olan örümcek ipeğini, ona “şekil hafızası” kazandıran eşsiz bir moleküler yapı ile birlikte yaratmıştır. Örümcek ipliğini oluşturan proteinlerin moleküler yapısı kompleks bir şekilde birbirinin içine geçmiştir. İşte bu moleküler yapı, ipliğe dönmeye karşı direnç kazandırır, burulma veya bükülme kuvvetini emer, bükülmenin ardından müthiş gevşeme kabiliyetiyle ilk şeklini geri kazanmasını sağlar. Böylece ipin ucundaki ağırlık, burulma etkisine maruz kalarak hızlı bir şekilde dönmez. Kuşkusuz örümcek ipliğinin bu kusursuz özelliği Yüce Rabbimiz’in sonsuz ilminin örneklerinden biridir. Kuran’da Allah’ın üstün gücü şöyle bildirilir: "İşte böyle; şüphesiz Allah, hakkın Kendisi’dir ve şüphesiz ölüleri diriltir ve gerçekten herşeye güç yetirendir." (Hac Suresi, 6) |
Tohumlarını Suyla Dağıtan Bitkiler
Tropikal bir Afrika bitkisi olan Entada gigas tohumları ise kalp şeklinde çok ilginç bir yapıya sahiptir. Tohumlar çok büyük boyutlardaki etli kısmın içerisinde yetişir. Su kenarları boyunca yetişen bu bitki şiddetli yağmurlarla taşınarak Atlantik Okyanusu'na kadar ulaşır. Bu şekilde yıllar süren yolculuklarına çıkan tohumlar, Avrupa'ya, Meksika Körfezi'ne ve Florida'ya kadar giderler. Ve ulaştıkları yerde yeni bir bitki olarak yetişirler.
Nasturtium (tere) benzeri bitkilerin tohumları hidrofob (su geçirmeyen) bir cila ile kaplıdır. Bu cila, onların suyun yüzey gerilimini kullanmalarını ve dolayısıyla batmamalarını sağlamaktadır. Bu sayede bitkilerin tohumları ırmakları yüzerek geçebilmektedir.
Su yoluyla üreyen bitkilerdeki en önemli özellik, tohumların tam karaya ulaştıkları zaman açılmalarıdır. Aslında bu son derece ilginç ve istisnai bir durumdur çünkü bilindiği gibi bitki tohumları genellikle suya değdikleri anda çimlenmeye başlarlar. Ama bu durum söz konusu bitkiler için geçerli değildir. Tohumlarını suyla taşıyan bitkiler özel tohum yapıları sayesinde bu konuda ayrıcalıklıdırlar. Eğer bu bitkiler de diğerleri gibi suyu görür görmez hemen çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan tükenmiş olurdu. Oysa yaşadıkları şartlara uygun mekanizmaları sayesinde bu bitkiler varlıklarını rahatlıkla sürdürebilmektedir.
Bu hassas hesap ve ölçülerin tümü, tohumları yaratan, onların her türlü ihtiyaçlarını ve özelliklerini bilen, sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah’tır.
14.11.07
Baraj Mühendisi Kunduzlar
Kunduzlar, gerçek bir mühendis gibi hesaplar yapar ve tıpkı usta bir inşaat işçisi gibi çalışarak, olağanüstü bir tasarıma sahip yuvalar inşa ederler. Ayrıca, aynı akıl almaz ustalıkla, yuvalarını inşa edecekleri akarsuyun hızını kesecek barajlar kurarlar. Bunun için ise oldukça yorucu ve birkaç aşamalı işler yaparlar. Öncelikle, hem beslenebilmek hem de barajın ve yuvanın inşasında kullanabilmek için bol miktarda ağaç kütüğü ve dal elde etmeleri gerekir. Bunun için ağaçları dişleri ile kemirerek yere devirirler. Ancak bu kesme işlemi sırasında önemli bir hesaplama yaptıkları gözlemlenmiştir: Kunduzlar genellikle rüzgarın su kenarına doğru estiği yerlerde çalışmayı tercih ederler. Böylece kunduzların kemirdikleri ağaçlar suyun bulunduğu yöne devrilirler ve bu, kunduzların kütükleri taşımalarında büyük kolaylık sağlar.
Kunduz yuvaları oldukça detaylı bir tasarıma sahiptir. Her kunduz yuvasının iki sualtı girişi, su düzeyinin hemen üstünde bir beslenme odası, daha yukarı bir düzeyde kuru bir uyuma odası ve bir havalandırma kanalı bulunur.
Kunduzlar, topladıkları malzemeleri üst üste yığarak yuvalarının dış cephesini oluştururlar. Ancak, bu malzeme yığınında hiçbir delik veya yarık kalmamasına büyük özen gösterir, dallarla veya çamurla bunları kapatırlar. Bu yuvayı oluşturan malzeme, yuvayı erozyondan korur ve soğuğu dışarıda tutar. Kış iyi bir kar örtüsü sağladığından, dışarıdaki sıcaklık 35°C'ye bile düşse yuvanın içindeki sıcaklık donma noktasının üstünde kalır. Kunduzlar ayrıca kışın besinsiz kalmamak için yuvalarının yanında gizli bir sualtı yiyecek deposu bulundururlar.
Bu arada kunduzlar, birbirlerine ağlarla bağlanmış, genişliği 1 metre kadar olan kanallar açar ve bu kanallar aracılığı ile yüzlerce metre ilerideki kuru ve daha yüksek alanlara çıkabilirler. Bu su kanallarının asıl amacı kunduzların besinlerini sağladıkları ağaçlara ulaşabilmeleridir.
Kunduzların inşa ettikleri barajlar da, bitkiler ve taşların yığılmasıyla yuvanın yapılışına benzer bir yöntemle yapılır. Kunduzlar iki kıyı arasında uzun üçgen bir dal yığınıoluşturanakadar dalları birbirine bağlarlar. Malzeme yığmak ve yarıkları doldurmak içinkümeyi tırmanıp aşarak, akıntıya karşı yönde çalışırlar. Suyun barajı aştığı ya da aralarda boşaldığı yerlere çamur veya dal eklerler. Böylelikle baraj, sığ bir akarsuyu derin bir havuza dönüştürür. Bu da kunduzlara kış için yiyeceklerini depolayabilecekleri bir yer sağlar, yüzebilecekleri suyun alanını genişletip, yiyecek ve inşaat malzemesi taşımayı kolaylaştırır. Ayrıca yuvalarının da güvenli birer sığınak olmasını sağlar. Aynı, hendekle çevrili kaleler gibi kunduzların evlerinin de saldırıya uğraması neredeyse imkansızdır.
Elbette kunduzların diğer tüm canlıların üstün özelliklerini ortaya çıkaran, onlara akılcı planlar yaptıran, onları yaratan ve tüm bunları ilham ile emreden, sonsuz akıl ve kudret sahibi olan Allah'tır.Kanguru Yavrusu
Kanguruların üreme sistemi diğer memelilerden farklıdır. Kanguru embriyosu, normalde rahimde geçirmesi gereken evrenin bir kısmını rahmin dışında tamamlar. Döllenmeden aşağı yukarı 33 gün sonra, henüz bir santimetre boyunda olan kanguru yavrusu dünyaya gelir. Bu aşamayı tüm memeliler anne karnında geçirirken, kanguru yavrusu daha bir santimetre boyundayken dünyaya gelmektedir. Henüz doğru dürüst gelişmemiştir; ön ayakları belli belirsiz bir halde ve arka ayakları da küçük çıkıntılardan ibarettir.
Doğan yavru yaklaşık üç dakikalık yolculuk sonunda annesinin kesesine varır. Diğer memeliler için anne rahmi neyse, küçük kanguru için de bu kese odur. Ama önemli bir fark vardır. Diğerleri dünyaya bebek olarak gelirken, kanguru yavrusu, rahimden çıktığında şekil itibariyle tam bir embriyodur. Ayakları, yüzü ve daha pek çok uzvu henüz son halini almamıştır.
Annesinin kesesine ulaşan yavru dört meme ucundan birine tutunur ve süt emmeye başlar. Bu dönemde anne yeniden çiftleşme sürecine girmiş ve yeni bir yumurta daha oluşmuştur. Döllenmeden 33 gün sonra fasulye büyüklüğündeki yeni bir yavru daha doğar ve aynı kardeşi gibi sürünerek keseye ulaşır.
Bir kanguru yavrularına vereceği sütün hangi oranda hangi besin maddelerini içereceğini hesaplayamaz. Hesaplasa bile bunu kendi vücudunda üretemez. Annenin bu işi bilinçli olarak düzenlemesi imkansızdır. Bu mucize alemlerin Rabbi Allah'ın üstün yaratışının delillerinden sadece birisidir..
Midede Üreyen Kurbağalar
Avusturalya'da yaşayan Rheobatrachus Silus türü kurbağaların kullandığı üreme yöntemi, Allah'ın canlıları ne denli üstün tasarımlarla yarattığının bir başka örneğidir. Dişi Rheobatrachuslar, döllendikten sonra kendi yumurtalarını yutarlar. Ama bu yumurtalarla beslenmek için değil, onları korumak için... Yumurtalardan çıkan iribaşlar midede kaldıkları 6 hafta boyunca sürekli gelişirler. Peki iribaşlar nasıl olmaktadır da uzun zaman sindirilmeden midede kalabilmektedir?
Allah bunun için kusursuz bir sistem yaratmıştır. Öncelikle anne kurbağalar, bu 6 haftalık üreme mevsiminde yemeyi, içmeyi keserler. Bu sayede mideleri sadece yavrulara tahsis edilmiş olur. Ancak bir diğer tehlike, midenin düzenli olarak salgıladığı hidroklorik asit ve pepsindir. Bu salgıların normalde yavruları çok kısa sürede parçalayıp öldürmesi gerekir. Ancak buna karşı çok özel bir tedbir alınmıştır. Anne karnındaki sıvılar, yumurta kapsüllerinden, daha sonra da iribaşlardan salgılanan "prostaglandin E2" adlı salgıyla etkisiz hale getirilir. Böylece yavrular bir asit havuzu içinde yüzmelerine rağmen güvenli bir biçimde büyürler.
Peki ama bu iribaşlar annelerinin midesinde neyle beslenir? Bu soruna karşı da özel bir çözüm yaratılmıştır. Bu türe ait yumurtalar, diğer kurbağa türlerinin yumurtalarına göre oldukça büyüktür. Bunun nedeni ise, yumurtaların içine yavruyu beslemek için protein yönünden çok zengin bir yumurta sarısı tabakası yerleştirilmiş olmasıdır. Bu yumurta sarısı, yavruları 6 hafta boyunca beslemek için yeterlidir. Doğum anı da kusursuzca tasarlanmıştır. Yavrular mideden çıkıp dış dünyaya adım atarken, annenin yemek borusu, aynen doğum sırasındaki gibi genişler. Yavrular dışarı çıktıktan sonra ise anne yemek yemeye başlar ve mide eski haline döner.
Uçan Sincaplar
Sincaplar, daha çok Avrupa kıtasındaki ormanlarda yaşarlar. Boyları 25 cm., yani sizin ellerinizle iki karıştır. Vücutlarının arkasında, hemen hemen kendi boyları kadar uzun yukarı doğru duran, geniş ve gür tüylerden oluşan kuyrukları bulunur. Sincap bu uzun kuyruğu sayesinde dengesi bozulmadan ağaçtan ağaca atlar.
Minik sivri tırnakları sayesinde ağaçlara tırmanabilen sincap bir dalın üstünde koşabilir, baş aşağı sallanabilir ve o şekilde ilerleyebilir. Özellikle gri sincaplar bir ağacın en uçtaki dalından 4 metre uzaktaki bir başka ağacın dalına bile rahatlıkla atlayabilirler. Havada uçarken de kollarını ve bacaklarını açarak adeta bir planör gibi hareket ederler. Bu esnada yassılaşan kuyrukları ise hem dengelerini sağlar hem de yönlerini ayarlayan bir dümen görevi görür. Hatta kendilerini 9 metre yükseklikten boşluğa bırakıp dört ayak üzerine yere yumuşak iniş yapabilirler.
Peki ama sincap bu zor hareketleri nasıl başarmaktadır?
Tüm bunlar sincabın arka ayaklarını, mesafeleri çok iyi ayarlayabilen keskin gözlerini, güçlü pençelerini ve denge kurmasına yarayan kuyruğunu kullanması sayesinde olur. Peki hiç düşündünüz mü, sincaba bu özellikleri veren kimdir? Sincap bu şekilde yaşaması gerektiğini nereden biliyor? Sincapların ailece ellerine cetvel alıp ormandaki her ağacın boyunu veya ağaç dallarını ölçmeleri mümkün olmadığına göre, sincaplar ağaçtan ağaca atlarken mesafeleri nasıl ayarlıyorlar? Ayrıca, sincaplar nasıl hiç bir yerlerini sakatlamadan ya da yaralanmadan bu kadar hızlı hareketlerle atlayıp zıplayabiliyorlar?
Elbette bunları yapanlar sincapların kendileri değildir. Hiç kuşkusuz bu sevimli hayvanları sahip oldukları bütün özelliklerle birlikte yaratan ve onlara bunları kullanmayı öğreten yaratıcımız olan Allah'tır.
"... türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4)
Gecko Kertenkelesi
Cam yüzeylere dahi kolaylıkla tırmanabilen kertenkelelerin bu kabiliyetleri, bilim adamlarının uzun süredir ilgisini çekiyordu. Yerçekimine meydan okuyan bu küçük canlılar çok önemli bir teknolojik gelişmeye de ilham kaynağı oluyorlar.
Günümüzde birçok bilim adamı, gelişmiş teknolojiler üretmek için canlıları taklit etmeye başladı. Gecko kertenkelesi ise geleceğin yapışkan sistemlerinin kaynağı olmaya aday.
Gecko kertenkelesinin ayağının altında setae adı verilen milyonlarca tüycük bulunuyor. Bu tüycükler o kadar küçükler ki, bir metrenin ancak 200 milyarda biri uzunluğundalar. Her bir tüycüğün ucunda da yaklaşık bin tane spatül adı verilen mikroskobik tüycükler bulunuyor. Böylece spatüllerin sayısı milyarları buluyor.
Dr. Kellar Autumn liderliğinde yürütülen araştırmaya göre, geckonun ayağındaki tüycükler, zayıf elektrostatik çekim etkisi (Van der Waals kuvveti) oluşturuyor. Autumn, bu durumu şöyle aktarıyor: Kertenkelenin ayağında moleküllerin arasında olan gibi bir çekim kuvveti ortaya çıkıyor, çünkü ayağının altındaki tüyler milyarlarca spatüle ayrılarak yüzey yoğunluğunu artırıyor. Böylece yüzeyle çok kuvvetli bir yakın temas sağlanıyor. Nihayet ortaya büyük bir yapışma kuvveti çıkıyor. (Scientists prove how geckos stick, 26 Ağustos 2002)
120 Kilo Taşıyacak Güç
Bir gecko kertenkelesi öylesine etkili şekilde tavana yapışır ki, tek bir parmağı tavana yapışık halde asılı durabilir. Dr.Autumn ' a göre, kertenkele 120 kiloluk bir ağırlığı kaldıracak kadar büyük bir kuvvet oluşturabilecek tasarıma sahip.
Setae'lı alan belirgin bir şekilde ayağın altındaki dokudan farklı bir özelliğe sahip. Bu iki dokunun da özellikleri kertenkelenin DNA ' sında kodlanmış bulunuyor. Hangi dokunun nerede başlayıp nerede biteceği DNA' daki bu plana göre belirleniyor. Bu sayede iki doku asla karışmadan başından kuyruğuna; gözünden tırnaklarına kadar mükemmel ve çok etkili bir organizasyonla ortaya çıkıyor.
Yapışma sisteminin en verimli özelliklerinden birisini de mekanik olarak açılıp kapanabilmesi oluşturuyor. Bu sayede güçlü bir yapışma meydana geliyor. Peki ama gecko, yüzeye son derece sağlam yapışan ayaklarını nasıl geri kurtarabiliyor? Geckolar adım attıkça ayaklarındaki tüycükleri yüzeye yayarak ilerliyor, devam edebilmek için onları tekrar yapıştıkları yerden yapışkan bir bandı söker gibi söküyorlar. Ancak bu olayda gözden kaçmaması gereken bir detay da geckonun koşarken ayaklarını saniyede 15 defa yapıştırıp kaldırabilmesi...
Yüzeye Yapışan Ayak
Gecko ayaklarını yapıştıkları yerden kurtarabilmek için parmaklarını yüzeyle, tam olarak 30 derecelik bir açı yapacak biçimde ayarlıyor. Bu açıyla adım atmadığı takdirde ayaklar yüzeye kilitli kalıyor.
Berkeley Üniversitesi'nde görevli mühendislerden Ron Fearing Geckonun yapışkanı, mekanik olarak açılıp kapandığından yapışkanlığı asla tükenmez diyor ve düşünmemiz için bize soruyor: Bir gecko kum dolu bir kabın içinde yürütülse bile duvara aynı şekilde tırmanabilir. Siz en sağlam yapışkan bantlarla bile deneseniz bunu başarabilir misiniz? (Nature.com /nsu, Gecko glue round the corner, 28 Ağustos 2002)
Kumda Nasıl Koşar?
Kumun bolca bulunduğu tropikal bölgelerde geckoların ayakları kirlenmiyor ve bu nedenle yapışkanlığını kaybetmiyor. Bilim adamları geckoların ayaklarında bir tür temizleme mekanizmasının da bulunduğunu tahmin ediyorlar.
Geckoların ayaklarındaki tasarım gerçek manada taklit edildiği zaman bugün hayal olarak gözüken şu projeler hayata geçebilecek:
- Uzay gibi, hava olmadığı için, maddelerin etkili yapışamadıkları ortamlarda kusursuz yapışkanlıklar sağlanabilecek.
- Geckoların kilitleme sistemlerine sahip robotlardan afet sonrası arama kurtarma çalışmalarında yararlanabilinecek.
- Gecko taklit edilerek özel yapışkanlı eldivenler ve tırmanış için özel giysiler yapılabilecek. "İnanıyorum ki bir gün gelecek, "Örümcek Adam"dan daha iyi olacağız." diyor Dr. Autumn.
- Çıkarılırken acı vermeyen yara bantları veya su altında yapışan ve tekrar tekrar kullanılabilen özel bantlar da yapılabilecek. Bir gün marketlerde selobantların yanında geckobantlar da görebileceksiniz!
Berkeley Üniversitesi ' ndeki çalışmaya ortaklık eden ve bir Amerikan firması olan iRobot, duvara tırmanabilen robotlar geliştirmeye çalışıyor. Geckolardaki üstün hareket yeteneğini taklit eden firma, robo gecko projesini başlatmış durumda. iRobot ' un Başkanı Helen Greiner:
"Duvara tırmanabilen robotlar geliştirmeye ilk karar verdiğimizde, bunun yapılabileceğinin mümkün olduğunu bilmiyorduk. Ancak doğaya bakıp Hey, bunu karınca, örümcek ya da gecko yapabilmiş, bu yapılabilir! ' diyebiliyorduk. Doğada bu var. Peki, şimdi biz bunu mekanik olarak taklit edebilir miyiz? Bu bakış açısı yeni yüzyılın teknolojisine damgasını vuracak."
Gecko, Bilimin Yakın Takibinde
Geckoların ayağında çok özel bir tasarım olduğu açıktır. Peki bu minik kertenkele bu tasarımı nasıl edinmiş olabilir? Özelliklerinin gün ışığına çıkarılması için birçok mühendis, matematikçi, fizikçi ve biyoloğun üstünde çalıştığı bu tüycükler nasıl oluşmuştur? Kendi kendini temizleyen dokular nasıl üretilir? Mekanik kilit sistemi nasıl ortaya çıkmıştır? DNA ' daki bilgi nereden gelmektedir? (Harun Yahya, Doğadaki Mühendislik)
Bu tasarım tesadüflerin veya doğa olaylarının değil, sonsuz akıl sahibi olan Allah'ın eseridir. Geckodaki yaratılış, alemlerin Rabbi olan Allah ' ın üstün yaratışının eseridir. Hayvanların bu gibi özelliklerinde tüm insanlar için ayetler vardır. diyor. (VOA News.com: Scientists Find Mystery to Gecko's 'Sticky Feet ' , 27 Ağustos 2002)
Ayaklardaki Mükemmellik
Canlıların bedenlerinde mükemmel yapılar vardır. Tek bir özelliklerini, örneğin ayaklarını ele aldığımızda dahi yapılarındaki olağanüstülük açıkça görülmektedir. Her canlı türünün tam da ihtiyacına yönelik bir ayağa sahip olduğunu hiç düşündünüz mü? Bir kartalın güçlü pençeli ayaklara, bir ördeğin perdeli ayaklara ya da bir insanın tüm vücut ağırlığını taşıyan mükemmel ayaklara sahip olduğunu... Kainatın her noktasında olduğu gibi canlıların ayaklarındaki kusursuz yapı da bizlere, onları sahip oldukları mükemmel özelliklerle birlikte yaratan Yüce Rabbimiz’in üstün yaratma sanatını göstermektedirler. Kuşların Ayakları Ayak bir kuş için en önemli organlardan biridir. Kuşlar ayaklarını farklı işler için kullanırlar. Bir kuşun ayak yapısı tıpkı gagası gibi yaşam ve beslenme şekli hakkında ipuçları verir. Kendi etrafında 360 derece kıvrılabilen parmakları sayesinde birçok kuş bir dalın üzerinde rahatça durabilir. Ayrıca koşmak, havalanmak, yere inmek ya da avlanmak için farklı kuş türleri farklı ayaklara sahiptirler. Yırtıcı kuşların ayakları genel olarak önde üç parmak ve arkada daha kısa bir parmak olacak şekildedir. Kartallar güçlü ve kancalı ayak yapılarıyla avlanır, avlarını uzaklara taşıyabilirler. Balık Kartalı’nın ayağıysa yakaladığı balığın kaçmasını engelleyecek şekilde pullarla kaplıdır. Deve Kuşları düşmanlarından kaçmak için koşan canlılardır ve ayakları buna göre daha geniş ve ağır yapılıdır. Sekreter Kuşları daha çok yılanla beslenirler ve çok ilgi çekici bir yöntemle avlanırlar. Bir yılanla karşılaşan sekreter kuşu gagasını kullanmadan ayak pençeleriyle saldırır ve avını pençe vuruşlarıyla öldürmeye çalışır. Sekreter kuşunun pençelerinin yüzeyi çok az damarlı olduğu için yılan ısırsa bile, kuş zarar görmez. Suda Yürümeye Yarayan Ayaklar Su üstünde yürümek insanlar için imkansızdır. Oysa pek çok canlı, Yüce Allah'ın onlara verdiği özel vücut yapıları sayesinde bu işi rahatlıkla başarabilir. Örneğin gölcük kayakçısı denen bir böcek türü uzun, ince bacaklarını yayarak suyun üzerinde yürür. Böceğin ayakları suyu iterken, yüzeyde küçük bir çukur oluşur. Bu şekilde böcek oldukça geniş bir alana vücut ağırlığını yaymış olur. Yapılan gözlemler ve incelemeler sonucunda gölcük kayakçısının ayaklarının, su yüzeyi tabakasını kırmadığı anlaşılmıştır. Yani böceğin ayakları suyun içine girmemektedir. Gölcük kayakçısı bu sayede diğer canlılardan farklı olarak su üstünde yürümeyi başarabilmektedir. Kızgın Kumlara Özel Ayaklar Deveyi "özel bir canlı" yapan, en ağır şartlardan bile etkilenmeyen vücut yapısıdır. Bu öyle bir vücuttur ki açlık ve susuzluğa günlerce dayanır, sırtında yüzlerce kilo ağırlıkla kilometrelerce yol kat edebilir. Çöllerde yaşayan develerin ayakları kızgın kumlara göre özel olarak yaratılmıştır. Deve kalın ayak tabanları sayesinde sıcaklıktan hiç etkilenmeden kızgın kumlarda rahatça yürüyebilir. Ayrıca devenin bacaklarına oranla son derece büyük olan ayakları da özel olarak yaratılmış, hayvanın kuma batmadan yürüyebilmesi için genişletilip yayılmıştır. "Bakmıyorlar mı o deveye , nasıl yaratıldı?...”(Gaşiye Suresi, 17) ayeti, bu olağanüstü hayvanın var oluşunu en iyi biçimde açıklamaktadır. Deve de, tüm varlıklar gibi yaratılmış, ihtiyacı olan özelliklerle bezenmiş ve Yüce Rabbimiz’in yaratmadaki üstünlüğünün bir işareti olarak yeryüzüne yerleştirilmiştir. Hızlı Yüzüşün Sırrı: Perdeli Ayaklar Ördekler ve kuğular perdeli, palet benzeri ayak yapılarıyla suda hızla yol alabilen yüzücü kuşlardır. Bu hayvanların iyi yüzmelerinin nedenlerinden biri ayak parmaklarının arasındaki ağlardır. Ayaklarını geriye doğru çektiklerinde kendilerini daha kuvvetlice ileri itmek için parmaklarını maksimum seviyede açarlar, öne çektiklerindeyse suyun yaptığı baskıyı azaltmak için parmaklarını bir araya toplarlar. Bu önemli özellik ördek yavrularında doğdukları ilk andan itibaren vardır. Ördekleri de yaşamaları için gerekli olan bütün özelliklerle birlikte yaratan herşeyi bilen Allah'tır. Bir Kuran ayetinde Allah'ın tüm canlılar üzerindeki mutlak kontrol ve hakimiyeti şöyle haber verilir: “Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir.” (Hud Suresi, 56) Tavanda Yürümeye Yarayan Ayaklar Geko bir kertenkele türüdür. Bu sürüngenin çok özel bir ayak yapısı vardır. Hayvan bir tek parmağı ile bir yüzeye asılı kalabilir veya camdan bir tavanda, baş aşağı yürüyebilir. Gekonun parmak uçları "setae" adı verilen özel bir doku ile kaplıdır. Bu dokuda kıl benzeri uzantılar yer alır ve bu uzantıların uçları da yüzlerce mikroskobik uca ayrılmaktadır. Her bir ucun kalınlığı milimetrenin beş binde biri kadardır. Gekonun ayağındaki milyonlarca mikroskobik uç, değdikleri yüzeydeki atomların çekim kuvvetini kullanarak o yüzeye bir tutkal gibi yapışır. Bu durum kuantum fiziğinde Van Der Waals kuvveti olarak adlandırılmaktadır. Milyonlarca yıldır var olan bir sürüngenin ancak son yüzyılda keşfedilen atomu ve onun çekim gücünü bilmesi, kendisini onu kullanabilecek sistemler ile donatması imkansızdır. Hiç şüphesiz atomu ve onun özelliklerini kullanan bu hayvanı kusursuz olarak yaratan Allah’tır. Sineklerin minik pençelerinin yanı sıra, ayaklarının altında özel, yapışkan bir yastık bulunur. Bunlara 'pulvillus' adı verilir. Bu yastıkların üzeri çok küçük tüylerle kaplıdır. Sineklerin ayaklarından yapışkanlı bir sıvı salgılanır ve bu salgı yapıştırıcı vazifesi görür. Peki çok hafif olan sinekler tavana yapışmak için bir yapıştırıcıya ihtiyaç duyarken, daha ağır olan geko gibi hayvanlar niçin bir yapıştırıcıya ihtiyaç duymazlar? Neden onların ayaklarında farklı özellikler vardır? Ayrıca sinek bir yüzeye konduktan sonra, bu yüzeyden kendini hızla uzaklaştıracak dozda yapışkanı ayarlamayı nasıl başarır? Elbette tüm bu detayları hiçbir akla sahip olmayan bu canlıların hesaplamaları ve oluşturmaları imkansızdır. Onları sahip oldukları mükemmel özelliklerle birlikte yaratan sonsuz ilim sahibi Yüce Allah’tır. Allah bu üstün yaratma sanatını bir ayette şöyle haber verir: “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24) Mükemmel Bir Yaratılış Delili: İnsan Ayağı İnsan ayağı, mekanik fonksiyonların kolaylaştırılması için yaratılmış çok özel bir yapıya sahiptir. Ayak tabanındaki kavisli şekil, vücut ağırlığına karşı kemiklere destek verecek özelliğe sahiptir. Yürüme esnasında ayağımız önce topuk olarak yerle temasa geçer, temasın sonuna doğru parmak ucunda yükseliriz. Bunun yapılabilmesinde ayak parmaklarına bilhassa da ayak baş parmağına büyük iş düşmektedir. Gün boyu ayaklarımızın üzerinde dururuz ancak bu basınca rağmen ayaklarımızın altındaki hassas dokular, sinirler ve incecik damarlar zedelenmez. Çünkü ayak tabanı vücut ağırlığının olumsuz etkisini yok eden, basıncın eşit şekilde dağılmasını sağlayacak yastığa benzer özel bir yapıya sahiptir. Çok açıktır ki Allah'ın yaratma sanatı kusursuz ve benzersizdir. Kuran'da şöyle buyrulmaktadır: "İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır." (Secde Suresi, 6-7) Sonuç Bütün bu bilgiler ışığında düşünelim: Birbirinden tamamen farklı yapıları olan ve hayatlarını sürdürmek için farklı ihtiyaçları olan bu canlıların, muhteşem özelliklerdeki ayaklarını kendilerinin tasarlamış olmaları mümkün müdür? Ya bu kadar kusursuz organların bir gün tesadüfen oluşmuş olmaları? Elbette hayır. Peki bu benzersiz yaratılış delilleri nasıl ortaya çıkmıştır? Nasıl olup da bir kertenkele tavanda baş aşağı durabilecek, bir deve kızgın kumlarda günlerce yürüyebilecek ya da bir böcek suda yürüyebilecek ayaklara sahip olmuştur? Canlıların vücutlarına bu karmaşık sistemleri kim yerleştirmiştir? Canlıların vücutlarında bulunan bu üstün özellikler tek bir gerçeği bize gösterir. Bu canlılar ancak üstün bir akıl, benzersiz bir ilimle var olmuşlardır. İşte bu sonsuz ilim bütün canlıları yoktan var eden, hayatlarını sürdürmeleri için onlara ihtiyaç duydukları özellikleri bahşeden Yüce Rabbimiz’e aittir. Allah, her şeyi sarıp kuşatan olduğunu bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir: “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için.” (Talak Suresi,12) |
Bukalemun
Bukalemun üzerinde bulunduğu zeminin tüm özelliklerini kendi vücudu üzerine kopyalamak için üstün bir yetenek gösterir. Derisinde bulunan kırmızı ve sarı renk taşıyıcılarını, mavi ve beyaz yansıtıcı tabakayı ve en önemlisi rengi koyulaştıran kramotofor hücrelerini büyük bir ustalıkla kullanır. Böylece kahverengi bir dalın üzerindeyken kahverengi, yeşil bir bitkinin üzerindeyken yeşil olur ve düşmanlarından gizlenmeyi başarır. Peki ama;
* Bukalemun modern teknolojinin bile taklit edemediği renk değişimini sağlayan mekanizmayı kendisi mi keşfedip bünyesinde oluşturmuştur?
* En usta ressamın bile bir rengi taklit etmek için dakikalarca uğraşması gerekirken, bukalemun bunu inanılmaz bir hızla nasıl yapabilmektedir? Vücudunda oluşturduğu tüm ince tonlamaları ve desenleri taklit etmeyi kendi kendine mi düşünmüştür?
* Yoksa bukalemun vücundaki tüm hücrelere, hatta atomlara hakim midir, ya da gerekli pigmentleri kendi iradesiyle mi oluşturmaktadır?
* Renk değiştirme mekanizmasını oluşturan bilgileri, bukalemun, DNA'sına kendisi mi kodlamıştır?
* Böyle üstün bir yeteneğin evrimcilerin iddia ettiği gibi ardarda gelen milyarlarca kör tesadüf sonucu oluşması mümkün olabilir mi?
Kuşkusuz bu sorulara aklını ve vicdanını kullanabilen her insanın vereceği yanıt kesinlikle "hayır" dır.Bukalemunlar da yeryüzündeki diğer canlılar gibi Allah tarafından yaratılmıştır. Allah yaratma sanatındaki mükemmelliği ve benzersizliği bu örneklerle biz insanlara göstermektedir ki, insan Allah'ın gücünü takdir edebilsin ve O'na gereği gibi kulluk yapabilsin.